1. "…Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki Sen duaları işitensin." (Al-i İmran 38)
Hz. Zekeriya, kendisinden sorumlu kılındığı Hz. Meryem’e her baktığında evlat hasretiyle kavruluyordu ve o zaman tüm gücüyle istemek için Yaratıcısına döndü ve “Rabbim” dedi, “Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Şüphesiz Sen duaları işitensin”. Duasını büyük bir istekle yapmış ve “biliyorum Sen işitiyorsun sesimi, Sen işitensin” diyerek Ona Es-Semi sıfatıyla yalvarmıştı yani gerektiği (17-110) gibi Onu en güzel isimlerden biriyle çağırmıştı. Bir gün Hz. Zekeriya namaz kılarken melekler ona seslendi “Rabbin sana Yahya’yı müjdeler…”(3-39) Allah duasını kabul etmişti ve bunu ona bildirmişti. Bu kez Hz. Zekeriya şöyle sordu: “Rabbim, benim nasıl bir oğlum olabilir? Gerçekten ben ihtiyarlık çağımdayım ve karım da kısır”. Oysa Allah’tan evlat isterken de aynı durumdaydı. Ama durumuna bakmadan isteyen kendisiydi. “Benim nasıl oğlum olabilir” diyen de kendisi. İki tavır da aynı kişidendi fakat aynı yerden değildi. Dua ederken kalbiyle istemişti, şimdi ise aklıyla soruyor. İşte dua böyle yapılmalıydı. İstemek bu şekilde olmalıydı. Sonra Allah buna cevaben “Bu böyledir. Allah dilediğini yapar” dedi. Evet, “Allah dilediğini yapar” Bunu bilerek Ondan istemek ve her ne olursa olsun umutsuzluğa düşmemek Hz. Zekeriya aracılığıyla bize aktarılan örnek bir davranıştı. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez (12-87). Ayrıca insanın mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde dua etmesi gerektiği, gafil bir kalpten gelen duanın kabule şayan olamayacağı da buradan çıkarılacak derslerden biridir.
2. "Rabbim, beni ve soyumdan gelenleri namazda sürekli kıl. Rabbimiz duamı kabul buyur. Rabbimiz hesabın yapılacağı gün beni, anne-babamı ve müminleri bağışla." (İbrahim 40-41)
Hz. İbrahim “Hamd Allah’a aittir ki, O, bana ihtiyarlığıma rağmen İsmail’i ve İshak’ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir.” dedikten sonra bu duayı okumuştur. Fakat Hz. İbrahim duasında müşrik olan babasını da anmıştı, çünkü babasına onun için kendi Rabbine dua edeceğine dair söz vermişti (19-48). Fakat sonra Hz. İbrahim'e, babası için dua etmemesi gerektiği çünkü onun bir Allah düşmanı olduğunun açıklanmasıyla (9-114) İbrahim de ondan uzaklaştı. Burada Allah’a apaçık düşmanlık gösterenlere en yakınımız olsa bile dua etmemek gerektiği görülmektedir. Hz. İbrahim’in “Soyumdan gelenleri de namazda sürekli kıl ve anne-babamı da, müminleri de bağışla” diye başkaları için de dua etmesi, duayı yalnız kendi isteklerimiz için kullanmamamız ve başkaları için de dua etmemiz gerektiğini gösterir. Sahih-i Müslim’den bir hadiste Hz. Peygamber(s.a.v): “Herhangi bir Müslüman, gıyabında kardeşi için dua ederse, kesinlikle melek: “O duanın bir misli de sana olsun” diye dua eder.” buyurmuştur.
3. "…Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru." (Bakara 201)
Bu ayetten önceki ayette “İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz bize dünyada ver’ der; böylelerinin ahirette nasibi yoktur.”(2-200) denir. Yukarıdaki dua ayetinden sonraki ayette ise “İşte bunların (böyle diyenlerin) kazandıklarına karşı nasipleri vardır”(2-202) denir. Görülüyor ki; ne sadece dünyada ne de sadece ahirette değil her ikisinde de iyilikler istenmesi gereklidir. Üstelik ilk kısımda “Allah’ım bana dünyayı ver” anlamı vardır yani iyilik anlamına gelen “haseneh” bu istek içinde geçmemektedir. Müddessir süresinde bahsedilen durumda Allah şöyle der: “Ben ona alabildiğine çok mal ve göz önünde hazır çocuklar verdim ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim. O ise daha da arttırmam için doyumsuz isteklerde bulunur. Hayır; çünkü o, bizim ayetlerimize karşı kesin bir inatçıdır, Onu alabildiğine sarp ve çetin bir yokuşa süreceğim, Onu cehenneme sürükleyip atacağım”. Görüldüğü gibi Allah dünyayı isteyene dünyayı vermiş, fakat onun ahiretten medet ummamasının sonucu olarak Allah’ın ayetlerine yüz çevirmesi onu cehenneme sürüklemiş yani ahirette bir nasibi olmamıştır.
4. "…Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." (A’raf 126)
A’raf suresinde anlatıldığına göre Hz. Musa, Firavun’a mucizelerle gelmiş ve kendisinin Allah’ın bir elçisi olduğunu, İsrailoğulları’nı kendisiyle birlikte göndermesi gerektiğini söylemiştir. Bu mucizeleri gören Firavun ve kavminin önde gelenleri, İsrailoğulları’nı bir sömürü kaynağı olarak gördüklerinden ve bu kaynağı kaybetmek istemediklerinden bu mucizelerin bir büyüden ibaret olduğunu söylemişler ve Hz. Musa’yı yalanlamışlardı. Firavun; Hz. Musa’nın bir peygamber değil de yalancı bir büyücü olduğunu topluma kabullendirmek ve onu halkın gözünde küçük düşürmek için bütün bilgin büyücüleri toplatıp Hz. Musa ile büyücüler arasında bir düello düzenletir ve büyücülere, eğer galip gelirlerse kendilerine büyük bir ödülün varlığından haber verir.
Düello zamanı, büyücüler alanda toplanan halkın önüne çıktıklarında asalarını yere vurup insanları dehşete düşürecek büyülerini (muhtemelen asaları yılana dönüşüyor) gösterdiler. Bunun üzerine Allah, Hz. Musa’ya “Asanı Fırlat!”(7-117) der ve o da fırlatır, bir de ne görsünler; asadan çıkan mucizevî bir yaratık büyücülerin bütün sihirlerini siliyor, toplayıp yutuyor. Bu muhteşem olaya şahit olan sihirbazlar anında secdeye kapanır ve “Âlemlerin Rabbine iman ettik, Musa’nın ve Harun’un Rabbine…” derler. Bu duruma dehşetle sinirlenen Firavun: “Ben size izin vermeden nasıl olurda iman edersiniz! Muhakkak ki bu olaylar sizin ve Musa’nın arasında, İsrailoğolları’nı buradan çıkarmak için planladığınız bir düzmecedir” der. Daha sonra Firavun büyücülere: “Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim!” der. Bunun üzerine büyücüler: “Biz de şüphe yok ki Rabbimize döneceğiz, sen bizden Rabbimize iman etmemizden başka bir nedenle intikam almıyorsun. Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.” der.
Bu hadisede özellikle dikkat edilecek birkaç şey vardır. Büyücülerin dakikalar içinde tereddütsüz imana gelmesi nasıl mümkün oluyordu? Aynı mucizeyi Firavun ve kavminin önde gelenleri de görmüştü ama bu onların sadece öfkelerini arttırmıştı. Bunun nedeni neydi? Ankebut Suresi’nin 43. ayetinde şöyle denir: “İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası buna akıl erdiremez” Bu mucizenin bir sihir olmadığını büyücülerden daha iyi kimse bilemezdi, büyücüler orada bir mucizeye şahit olduklarını biliyorlardı ve bu bilgileri onların kendilerini kandırmalarına ve iman etmemelerine bir engeldi, çünkü bu bir sihir olamazdı bu ancak insanüstü, kudret sahibi bir Rabbin gücüydü. Firavun’un inanmamasında ise hem cahilliği hem de büyüklenmesi etkili oldu.
Bir diğer önemli nokta ise Firavun’un, Büruc Suresi’nde belirtilen, Allah’ın lanetlediği Ashabı Uhdud gibi davranarak Allah’a iman etmelerini sebep gösterip büyücüleri ölümle tehdit etmesiydi. Kendilerini işkence ve ölümle tehdit eden Firavun’a karşılık büyücüler: “Biz de Rabbimize döneceğiz. Allah’ım bize sabır ver çünkü öleceksek Müslüman olarak ölmek istiyoruz” derler. O ne müthiş bir imandır ki en ağır korkular karşısında taviz vermezler, ölümü göze alarak imanlarına sarılırlar. Çünkü biliyorlar ki Allah, kendisinden korkulmaya Firavun’dan veya ölümden daha layıktır, öyleyse O’na imanda Firavun için bir taviz verilemez. Oysa günümüzde, en ufak bir zorlamayla bile dinimizi hiçe sayıyor, taviz üstüne taviz veriyoruz. Dinimizden yırtıp dünyamıza yama yapıyoruz. Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür. (Âmin)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kendi hesabınızla yorum yapmak istemiyorsanız, aşağıdaki Yorumlama biçimi kısmından Adı/URL kısmını seçip buraya bir isim yazarak veya Anonim kısmını seçip 'isimsiz' olarak yorumunuzu ekleyebilirsiniz.