28 Kasım 2007 Çarşamba
40 Hadis
uygulamayı indir (0.6 mb)
HTML kodları:
26 Kasım 2007 Pazartesi
Kıyamet Suresi ve Açıklaması
Meal:
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Hayır, kıyamet gününe kasem(yemin) ederim. (1)
2- Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de kasem(yemin) ederim. (2)
3- İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?
4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (3)
5- Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.' (4)
6- "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar.
7- Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,' (5)
8- Ay karardığı,
9- Güneş ve ay birleştirildiği zaman;
10- İnsan o gün: "Kaçış nereye?"(Kaçacak bir yer var mı?) der.
11- Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.
12- O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır.
13- İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.
14- Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir(şahittir).
15- Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.
16- Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir. (6)
20- Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz.
21- Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz.
22- O gün yüzler vardır ışıl ışıl parlar. (7)
23- Rablerine bakıp-durur.
24- O gün, öyle yüzler de vardır ki sismsiyah kesilmiştir.
25- Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır.
26- Hayır; can, köprücük kemiğine(can boğaza) gelip dayandığı zaman,
27- "Son müdahaleyi yapacak kim" denir. (Bunu iyileştirecek var mı?)
28- Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.
29- Bacağı bacağına dolaşır.(ölüm korkusundan ayakları birbirine dolaşır)
30- O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.
31- Fakat o, ne doğrulamış(ne dini tasdik etmiş) ne de namaz kılmıştı.
32- Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33- Sonra çalım satarak(yaptığıyla övünerek) yakınlarına gitmişti.
34- Sen buna müstahaksın(layıksın), dahasına müstahaksın.
35- Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. (8)
36- İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır? (9)
37- Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? (10)
38- Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.'
39- Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.
40- (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (11)
Açıklama: (Mevdudi'nin açıklamaları temel alınmıştır)
1. Bu şekilde (hayır! ile) sureye başlamakla anlaşılıyor ki, daha önce bir konu vardır ve bu sure, işte o konuya bir reddiye mahiyetinde nazil olmaktadır. Biraz ileride, adı geçen konunun, kıyamet, ahiret ve ahiretteki hayat ile Mekke'lilerin onu inkâr etmeleri ve hatta alaya almaları olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Kıyamet günü üzerine yemin edilmiş olması, bu olayın muhakkak gerçekleşmesiyle ilgilidir.
2. Kur'an'da insan nefsi, üç tip olarak sınıflandırılmaktadır. Birincisi, insanı kötülük yapmaya teşvik eder, bunun ismi nefsi emmare'dir. İkincisi yanlış bir iş ve düşünceye niyet ettiği zaman o kişiyi bu yüzden kınar ve azarlar, buna nefsi levvame denir. Bugün buna biz vicdan adını vermekteyiz. Üçüncüsü de, doğru yol üzerinde sebat ederek sapık yollardan sakınmak suretiyle tatmin olan nefistir, buna da nefsi mutmainne denir(Fecr 27-30'da Allah'ın Cennete davet ettiği nefis). Üzerine yemin edilen ikinci şey, nefsi levvame'dir. Dünyada tamamen bir sağ duyuya, vicdana sahip olmayan kimse yoktur. Her insanın içinde iyiliğin ve kötülüğün de hissi vardır. Bir kişi ne kadar bozulmuş, dejenere olmuş olursa olsun, vidanında muhakkak kötülük yapmamasını ve iyilikte bulunmasını isteyen bir dürtü vardır. Böyle birisinin iyilik ve kötülük kriteri yanlış olabilir. Ama yine sağ duyusu ona yaptıkları hususunda itiraz eder. Bu, insanın salt bir hayvan olmadığını göstermektedir. Onun içinde ahlâki bir duygu vardır. İyilik ve kötülük arasında tefrik yapabilme hissi vardır. Kendini yapmış olduğu iyiliklerden ve kötülüklerden sorumlu sayar. Eğer başkasına bir kötülük yapsa, ancak vicdanını susturarak tatmin olur ve eğer başkası ona bir kötülük yapsa, o zaman kalbinde bunun cezalandırılması gerektiğine dair bir istek oluşur.(Bu vicdan fıtrat gereğidir) Şimdi eğer bir insanın yapısında böyle bir nefsi levvame varsa ve varlığı inkar götürmüyorsa, o zaman bu aynı nefsi levvamenin kıyamet günü insanın karşısına bir şahit olarak getirileceği de inkâr edilemez. Allah bize kınayıcı bir güdü vererek bize lütufta bulunmuştur ve buna rağmen negatif davranılıyorsa elbette bunun hesabı sorulur. Hasan-ı Basri "kendini kınayan nefis" kavramını şöyle yorumlamıştı; "Vallahi, müminin her zaman özünü eleştirdiğini, nefsini kınadığını görürsün. `Şu sözü ne amaçla söyledim?' `Şu lokmayı niçin yedim?', `içimden geçirdiğim şu düşüncenin amâcı nedir?' der sürekli olarak. Günahkâr kimse ise tutturduğu yolda ilerler, özünü eleştirmek hiç aklına gelmez."
3. Yani, değil bu kemikleri bir araya getirip iskeletinizi ortaya koymak, biz sizin en ufak ve en hassas parçacıklarınızı hatta aynı parmak izlerinizi bile yeniden meydana getirmeye kadiriz. Ayrıca bilinen bir gerçek olarak parmak izleri tüm insanlarda birbirinden farklıdır. Tek yumurta ikizlerinde bile parmak izleri aynı değildir. Ceninin genetik yapısı kadar kan basıncının, rahimdeki pozisyonunun ve beslenme düzeninin de parmak izlerine etki ettiği biliniyor. DNA dışındaki etkenler iki kardeşi de farklı etkilediğinden parmak izleri de farklı olacaktır. Allah, insanın parmak izerini bile (ne kadar çeşitlilik ve farklılık gösterirse göstersin) yeniden yaratmaya kadir olduğunu söyler.
4. Bu kısa cümleyle, ahireti inkâr edenlerin gerçek hastalıklarının teşhisi konulmaktadır. Bunlar, aslında kıyameti ve ahireti mümkün görmedikleri için inkâr etmiyorlar. Asıl sebep, ahirete inanmakla doğacak birtakım ahlâki sorumluluklardan hoşlanmamalarıdır.Bunların isteği, tıpkı ipini koparmış bir dana gibi sorumsuzca yeryüzünde dolaşmak. İşlemekte oldukları zulüm, sömürü, fısku-fucür ve ahlâksızlara son vermek istemiyorlar. Bu yüzden ahiret olgusunu kabule yanaşmıyorlar, öyleyse ahirete inanmalarına engel olan akılları değil nefsanî şehvetleridir.
5. Bunun sözlük anlamı "şimşekten gözlerin kamaşması" olarak geçmektedir. Fakat Arapça bir deyim olarak kullanıldığında sadece bu anlama gelmiyor. O zaman "korku, hayret veya ani bir olayla karşılaşıldığında şaşıp kalma ya da gördüğü bir şeye korkudan gözlerini faltaşı gibi açıp bakakalma" anlamına gelir.
6. Kur'an'ın anlamının, gayesinin ve emirlerinin açıklanmasının Allah tarafından Rasulüllah'a bildirilmesinin sebebi, kendi söz ve eylemleriyle insanlara onu anlatması ve o pratiğe göre amel etmeyi de onlara öğretmesi içindir. Eğer bu gaye olmasaydı ve onun ilmini yalnızca kendine saklaması sözkonusu olsaydı o zaman bu işin bir manası kalmazdı. Çünkü peygamberlik görevini yerine getirmenin bir faydası olmayacaktı. O halde ancak aptal bir insan bu ilmin hiçbir şerî özelliğinin olmadığını ileri sürebilir. Nahl Suresi 44. ayette Allah: "Ey Peygamber! Sana, insanlara açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler" buyurmuştur. Kur'an'da ayrıca dört yerde de Rasul'ün vazifesinin yalnızca Allah'ın ayetlerini bildirmek değil; bu Kitabı öğretmek olduğu açık açık buyurulmuştur. (Bkz. Bakara: 129 ve 151; Al-i İmran 164; Cuma 2) Burda sünnete bağlılığın ne kadar önemli olduğu görülür.
7. İşte ışıl ışıl parıldayan yüzler. Bu parıltıyı Rabblerine bakmaktan alıyorlar. Rabblerine, ha! Bu ne yüksek düzeyli bir mertebe! Bu ne erişilmez bir mutluluk! (Seyyid Kutub)
8. Müfessirler, "evlâ-leke" sözünün bir çok manası olduğunu söylemişlerdir. "Tuh olsun sana, helâk olasıca, perişan olasıca, yazık sana." gibi anlamları vardır. Mevdudi'ye göre en uygunu İbn Kesir'in tefsirinde dediği gibidir. Yani "Sen kendini yaratanı inkâr etmeye cüret ettikten sonra sana ancak böyle bir tavır layıktır." Bahsi geçen bu söz bir tür alaydır ve cehennem'de azab görenlere Allah'ın (c.c) böyle diyeceği Kur'an'ın diğer ayetlerinde belirtilmiştir. Mesela: "Hadi tad bakalım, şerefli ve değerli kimse?" (Duhan 49) geçtiği gibi.
9. Aynı şeyden Kur'an-ı Kerim'de başka bir yerde şöyle bahsedilmektedir. Allah kıyamet günü kafirlere "... sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?" (Müminun 115) diyecektir. Bu iki yerde de, ölümden sonra bir hayatın gerekli olduğu soru şeklinde sorulmaktadır. Yani "Sen gerçekten kendini bir hayvan gibi mi zannediyorsun? Hayvan ile senin aranda açık bir fark olduğunu görmez misin? Onların bir iradesi yokken size irade verilmiştir. Onların amellerinde iyi ve kötü kavramı yoktur. Senin fiillerinde ise iyinin ve kötünün tartılması vardır. Bu yüzden nasıl olur da kendinizi tıpkı hayvanlar gibi sorumluluk yüklenmemiş ve yaptıklarından sorgu suale çekilmeyecek zannedersiniz? Hayvanlar, sadece cibilliyetlerine uygun olarak hayat sürdürdüklerinden onların yeniden diriltilmemeleri akla uygundur. Çünkü bunlar kendi akıllarıyla herhangi bir felsefe oluşturmuş ya da yeni bir din uydurmuş değildirler. Ne kendilerini yaratandan başkasını mabud olarak almışlar ve ne de kendileri mabudluk taslamışlardır. Kendilerinden sonra gelecek nesillere kadar tesirleri uzanacak ve karşılığında da ceza ya da mükafaat görecekleri, bir iyi veya kötü sünnet de başlatmış değiller. O halde bunların öldükten sonra yok olmalarına bir anlam verebilirsin. Çünkü onlar yaptıkları amellerden sorumlu değillerdir ve dolayısıyla tekrar dirilterek onlara hesap sormaya da gerek yoktur. Ama size gelince, ölümden sonraki hayattan nasıl kaçabileceksiniz? Çünkü, ta ölünceye kadar yaptığınız amellerin iyi veya kötü bir sonucu ve bu sonuçların da etkileri ve dolayısıyla da bunların bir cezası ya da mükafaatı olması gerekir. Sizin aklınız da bunu teyid etmez mi?
10. Buna benzer bir durum da yasin suresinde belirtilmiştir; -İnsan, Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, bize apaçık bir hasım(düşman) kesildi.-Kendi yaratılışını unutarak Bize bir misal verdi; dedi ki: 'Çürüyüp-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?'- De ki: 'Onları, ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.'- (Yasin 77-79)
11. Birçok rivayetlerden, bu ayet okunduğu zaman Allah Rasulü'nün bu soru ifadesine bazen "bela" (evet) , bazen "Allah'ım seni tenzih ederim ki yine evet" diyerek karşılık verdiği anlaşılır. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Ebu Davud) Ebu Davud'da Ebu Hureyre'den naklonunan bir rivayette Allah Rasulü şöyle söylemiştir:"Tin Suresi'nin "Allah en iyi hükmeden değil midir?" ayetini okuduğunuzda "evet, ve ben buna şahidim" deyin; Kıyamet Suresi'nin bu ayetini okuduğunuz zaman "evet" deyin ve Murselat Suresi'nin son ayetini de "Kur'an'dan başka hangi söze inanacaklar?" okuduğunuz zaman "Alah'a iman ettik" deyin buyurmuştur."
Allah'ım seni tenzih ederim ki yine evet.
13 Kasım 2007 Salı
En'am Suresi 151-153. Ayetler ve Açıklaması
(video'yu youtube'da izlemek için tıklayın)
Meal:
151- De ki: Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım:
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın,
Anneye babaya iyi davranın,
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin.
Çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz.
Çirkin kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın.
Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın.
İşte bunları size emretti; umulur ki akıl erdirirsiniz.
152- Yetimin malına, “o erginlik çağına erişinceye kadar o en güzel şeklin dışında” yaklaşmayın.
Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın,
Biz hiçbir nefse, gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.
Söylediğiniz zaman “yakınınız dahi olsa” adil olun.
Allah’ın ahdine vefa gösterin.
İşte bunları size emretti; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.
153- Bu Benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun,
Sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın.
İşte bunları size emretti; umulur ki korkup sakınırsınız.
Açıklamalar:
Rabbimizin getirdiği sınırlamalar, insan hayatının düzeni için Allah'ın belirlediği çizgilerdir ve bunlar tüm ilahi kanunların esas temelini oluştururlar. İlk kısımda “Gelin size Allah'ın neleri haram kıldığını okuyayım” denmiştir yani kendi koyduğunuz sınırlamaları, kuralları bir tarafa bırakın da Allah ne diyor ona bir bakın denir. Mevdudi'nin bu konudaki açıklamalarını temel alarak ayetlerde geçen bazı konulara şöyle değinebiliriz:
“O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın”
İnsan şu durumlarda Allah'a ortak koşmuş demektir:
1.İlah olarak Allah'tan başka bir şey daha kabul ederse.
Hıristiyanların Hz. İsa'yı Rab kabul etmesi veya Hıristiyanlık üçlemesi, Yahudilerin “Üzeyir Allah'ın oğludur” demesi (Tevbe 30-31) veya rahiplerin Rab kabul edilmesi, meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanılması gibi Allah'tan başka bir varlığa ilahlık statüsü verilmesi durumudur.
2. Her bakımdan ve tüm kapsam ve kuşatıcılığıyla yalnız Allah'a ait olan sıfatları bir başka şeye verirse.
Sözgelimi, herhangi bir kişi şu veya bu kimsenin 'gayb' dahil herşeyi bildiğine veya herşeyi duyduğuna, Allah gibi yanılmaz olduğuna O'nun gibi yaratıcı olduğuna, O'nun gibi ya da O'ndan daha merhametli olduğuna, her şeyden haberdar olduğuna vb inanırsa ve bunun gibi yalnız Allah'a ait olan sıfatları o kişiye verirse o kişiyi Allah'a ortak koşmuş olur.
3. Güç ve kudretinde Allah'a bir ortak daha tanırsa.
Allah'tan başka bir kimsenin, yalnızca Allah'a ait güçlerden birine veya tamamına sahip olduğuna inanmak şirktir. Sözgelimi, Allah'ın yanı sıra bir başkasının tabiatüstü bir yolla yarar veya zarar verebileceğine, ihtiyaçları giderip yardım edebileceğine, (-ki biz bu konuda yalnız Allah'tan yardım dileriz ve yardım dilenecek kişi yalnızca Allah’tır. ‘Fatiha- 4’) koruyup gözetebileceğine, çağrıları duyup kaderi tayin edebileceğine veya engelleyebileceğine ve insan hayatı için kanun koyabileceğine inanan Allah'a ortak koşmuş olur.
4. Hakları konusunda Allah'a bir başka ortak daha tanırsa.
Allah'ın insan üzerindeki haklarını tanımamak veya başkasına addetmektir. Sözgelimi, huzurunda insanın elleri bağlı ayakta durması, eğilip secdeye varması, adına adakta ve sunularda bulunulması ve yüceliği karşısında şükür işareti olarak kurban kesilmesi Allah'ın insan üzerindeki haklarıdır. Yine, sıkıntı ve güçlükleri giderilmesi için yalvarılma hakkına sahip olan Allah’tır. Öyle ki müddessir suresinin 56. ayetinde “..Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız O'dur.” denir. Hıristiyanlıktaki günah çıkarma, rahiplerden bağışlanma dileme buna zıttır, günahı ancak Allah bağışlar ve ancak ondan bağışlanma talep edilir, çünkü bu Allah’ın hakkıdır. Aynı şekilde; ibadet edilmeye, yüceltilmeye, bağlanılmaya, en çok kendisinden korkulmaya, bir başka kişi veya şeyden daha çok sevilmeye yalnızca Allah layıktır. Diğer tüm sevgiler O’nun sevgisine feda edilebilmelidir. Eğer bu gibi haklardan biri bile Allah’tan başkasına tanınacak olursa, bu başkasına Tanrı unvanı verilsin verilmesin, böylesi bir durum Allah’a ortak koşmaktır.
“Çirkin kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın.”
Arapçada “fevahiş”(fuhşiyat) kelimesi çirkinliği açık-bariz olan her türlü kötü ve çirkin davranışı ifade eder. Kur’an; zina, eşcinsellik, çıplaklık, üvey anne ile evlenme, gibi davranışların bu kategoriye alır. Bunun yanı sıra nakledilen hadislerde; hırsızlık, içki ve dilencilik de ‘fuhuş’ olarak nitelendirilmiştir. Aynı şekilde tüm diğer çirkin işler de ‘fuhuş’ olup, İlahi Hüküm böylesi işlerin açıktan ve gizliden yapılmamasını emreder.
“Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın.”
Allah'ın temel bir ilke olarak çiğnenemez kıldığı insan hayatının kutsallığı burada ilan edilmiştir. Bu ilkenin 'Hak'lı olarak çiğnenmesini yani insan hayatına kıymanın helal olduğu durumları Kur'an üç kuralla ifade edilmiştir. Bunlar:
1. Bir başka insanı kasten öldürmek.
2. Savaş dışında bir seçenek bırakmayacak şekilde İslam'a karşı çıkmak; İslam'ın hâkimiyet ve yerleşmesini engellemeye çalışmak.
3.İslami yönetimin sınırları içerisinde karışıklık çıkarmak(fitne) veya İslami hükümleri devirmeye girişmek.
Hz. Peygamber(s.a.v) bunlara şu iki durumu da eklemiştir:
1. Evliyken zina etmek.
2. İmanından sonra küfredip (irtidat) İslam toplumunu terketmek.
Kim olursa olsun bu beş durum dışında insanın canına kıyılamaz.
“Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar ‘o en güzel (şeklin) dışında’ yaklaşmayın.”
Buradaki "En güzel şekil"; bencil olmamaya, iyi niyet ve yetimin iyiliğine dayalı bulunan; Allah ve insan nazarında reddedilemez şekilde olan demektir. Ayrıca yetimi kimsesiz görüp de malının üzerine yatmayın denir çünkü yetimin kimsesi Allah’tır.
“Allah’ın ahdine vefa gösterin.”
Ahid kelimesi sözlükte “söz verme, antlaşma, sözleşme, mukavele” anlamlarına gelir. Allah'ın Ahdi: 1) İnsanın Allah'la yaptığı sağlam anlaşma, 2) Kişinin Allah adına bir başkasıyla yaptığı dönülmez sözleşme 3) Allah'ın yeryüzünde doğar doğmaz kişi için ortaya çıkan tabii bağlantılardır.
Bunlardan ilk ikisi niyete ve seçime bağlıyken, üçüncüsü ahlaki bir zorunluluktur. İnsanın üçüncü bağlantının seçiminde herhangi bir rolü yoksa da, yine de bu bağlantı ilk ikisi ölçüsünde zorunlu ve yerine getirilmesi gereken bir bağlantıdır. Çünkü Allah insana olağanüstü fiziksel ve zihinsel melekeler vermiş ve yerleşmesi için yeryüzünü donatıp kendisine de her türden rızık ve sınırsız kaynaklar sağlamıştır. Bütün bunlar tabii olarak insan üzerinde Allah adına bazı haklar doğurur. Ayrıca A'raf suresinin 172. ayetinde İnsanın Allah’a verdiği söz şöyle anlatılır: “Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti de onlar: ‘Evet Rabbimizsin, şahid olduk’ demişlerdi. Bu, Kıyamet günü ‘biz bundan habersizdik’ dememeleri içindir” Bu ahid İnsanların Allah’ı Rab olarak tanıma konusunda Bezm-i ezelde, kalubelada verdikleri söz olarak nitelendirilir. Bu sözü hatırlamamamız bundan habersiz veya soyutlanmış olduğumuz anlamına gelmez. Çünkü insan yapı itibariyle verilen bu sözün özüyle doğar, yani verilen söz insanın fıtratına(tabiatına) yerleştirilmiştir. Hz. Peygamberin(s.a.v) “Her insan İslam fıtratıyla doğar.” hadisi de buna delil gösterilebilir. Allah verilen bu söze vefa göstermemizi ister.
9 Kasım 2007 Cuma
Hümeze Suresi ve Türkçe Meali v2
Hümeze suresinin arapça metni, seslendirilmesi ve türkçe meali. Arapça okuyan: Ebubakr Shatri. Kendi gayretlerimizle hazırladığımız bir videodur.
8 Kasım 2007 Perşembe
Kuran-i Kerim’den Bazı Dualar ve Açıklamaları -1
1. "…Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki Sen duaları işitensin." (Al-i İmran 38)
Hz. Zekeriya, kendisinden sorumlu kılındığı Hz. Meryem’e her baktığında evlat hasretiyle kavruluyordu ve o zaman tüm gücüyle istemek için Yaratıcısına döndü ve “Rabbim” dedi, “Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Şüphesiz Sen duaları işitensin”. Duasını büyük bir istekle yapmış ve “biliyorum Sen işitiyorsun sesimi, Sen işitensin” diyerek Ona Es-Semi sıfatıyla yalvarmıştı yani gerektiği (17-110) gibi Onu en güzel isimlerden biriyle çağırmıştı. Bir gün Hz. Zekeriya namaz kılarken melekler ona seslendi “Rabbin sana Yahya’yı müjdeler…”(3-39) Allah duasını kabul etmişti ve bunu ona bildirmişti. Bu kez Hz. Zekeriya şöyle sordu: “Rabbim, benim nasıl bir oğlum olabilir? Gerçekten ben ihtiyarlık çağımdayım ve karım da kısır”. Oysa Allah’tan evlat isterken de aynı durumdaydı. Ama durumuna bakmadan isteyen kendisiydi. “Benim nasıl oğlum olabilir” diyen de kendisi. İki tavır da aynı kişidendi fakat aynı yerden değildi. Dua ederken kalbiyle istemişti, şimdi ise aklıyla soruyor. İşte dua böyle yapılmalıydı. İstemek bu şekilde olmalıydı. Sonra Allah buna cevaben “Bu böyledir. Allah dilediğini yapar” dedi. Evet, “Allah dilediğini yapar” Bunu bilerek Ondan istemek ve her ne olursa olsun umutsuzluğa düşmemek Hz. Zekeriya aracılığıyla bize aktarılan örnek bir davranıştı. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez (12-87). Ayrıca insanın mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde dua etmesi gerektiği, gafil bir kalpten gelen duanın kabule şayan olamayacağı da buradan çıkarılacak derslerden biridir.
2. "Rabbim, beni ve soyumdan gelenleri namazda sürekli kıl. Rabbimiz duamı kabul buyur. Rabbimiz hesabın yapılacağı gün beni, anne-babamı ve müminleri bağışla." (İbrahim 40-41)
Hz. İbrahim “Hamd Allah’a aittir ki, O, bana ihtiyarlığıma rağmen İsmail’i ve İshak’ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir.” dedikten sonra bu duayı okumuştur. Fakat Hz. İbrahim duasında müşrik olan babasını da anmıştı, çünkü babasına onun için kendi Rabbine dua edeceğine dair söz vermişti (19-48). Fakat sonra Hz. İbrahim'e, babası için dua etmemesi gerektiği çünkü onun bir Allah düşmanı olduğunun açıklanmasıyla (9-114) İbrahim de ondan uzaklaştı. Burada Allah’a apaçık düşmanlık gösterenlere en yakınımız olsa bile dua etmemek gerektiği görülmektedir. Hz. İbrahim’in “Soyumdan gelenleri de namazda sürekli kıl ve anne-babamı da, müminleri de bağışla” diye başkaları için de dua etmesi, duayı yalnız kendi isteklerimiz için kullanmamamız ve başkaları için de dua etmemiz gerektiğini gösterir. Sahih-i Müslim’den bir hadiste Hz. Peygamber(s.a.v): “Herhangi bir Müslüman, gıyabında kardeşi için dua ederse, kesinlikle melek: “O duanın bir misli de sana olsun” diye dua eder.” buyurmuştur.
3. "…Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru." (Bakara 201)
Bu ayetten önceki ayette “İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz bize dünyada ver’ der; böylelerinin ahirette nasibi yoktur.”(2-200) denir. Yukarıdaki dua ayetinden sonraki ayette ise “İşte bunların (böyle diyenlerin) kazandıklarına karşı nasipleri vardır”(2-202) denir. Görülüyor ki; ne sadece dünyada ne de sadece ahirette değil her ikisinde de iyilikler istenmesi gereklidir. Üstelik ilk kısımda “Allah’ım bana dünyayı ver” anlamı vardır yani iyilik anlamına gelen “haseneh” bu istek içinde geçmemektedir. Müddessir süresinde bahsedilen durumda Allah şöyle der: “Ben ona alabildiğine çok mal ve göz önünde hazır çocuklar verdim ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim. O ise daha da arttırmam için doyumsuz isteklerde bulunur. Hayır; çünkü o, bizim ayetlerimize karşı kesin bir inatçıdır, Onu alabildiğine sarp ve çetin bir yokuşa süreceğim, Onu cehenneme sürükleyip atacağım”. Görüldüğü gibi Allah dünyayı isteyene dünyayı vermiş, fakat onun ahiretten medet ummamasının sonucu olarak Allah’ın ayetlerine yüz çevirmesi onu cehenneme sürüklemiş yani ahirette bir nasibi olmamıştır.
4. "…Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." (A’raf 126)
A’raf suresinde anlatıldığına göre Hz. Musa, Firavun’a mucizelerle gelmiş ve kendisinin Allah’ın bir elçisi olduğunu, İsrailoğulları’nı kendisiyle birlikte göndermesi gerektiğini söylemiştir. Bu mucizeleri gören Firavun ve kavminin önde gelenleri, İsrailoğulları’nı bir sömürü kaynağı olarak gördüklerinden ve bu kaynağı kaybetmek istemediklerinden bu mucizelerin bir büyüden ibaret olduğunu söylemişler ve Hz. Musa’yı yalanlamışlardı. Firavun; Hz. Musa’nın bir peygamber değil de yalancı bir büyücü olduğunu topluma kabullendirmek ve onu halkın gözünde küçük düşürmek için bütün bilgin büyücüleri toplatıp Hz. Musa ile büyücüler arasında bir düello düzenletir ve büyücülere, eğer galip gelirlerse kendilerine büyük bir ödülün varlığından haber verir.
Düello zamanı, büyücüler alanda toplanan halkın önüne çıktıklarında asalarını yere vurup insanları dehşete düşürecek büyülerini (muhtemelen asaları yılana dönüşüyor) gösterdiler. Bunun üzerine Allah, Hz. Musa’ya “Asanı Fırlat!”(7-117) der ve o da fırlatır, bir de ne görsünler; asadan çıkan mucizevî bir yaratık büyücülerin bütün sihirlerini siliyor, toplayıp yutuyor. Bu muhteşem olaya şahit olan sihirbazlar anında secdeye kapanır ve “Âlemlerin Rabbine iman ettik, Musa’nın ve Harun’un Rabbine…” derler. Bu duruma dehşetle sinirlenen Firavun: “Ben size izin vermeden nasıl olurda iman edersiniz! Muhakkak ki bu olaylar sizin ve Musa’nın arasında, İsrailoğolları’nı buradan çıkarmak için planladığınız bir düzmecedir” der. Daha sonra Firavun büyücülere: “Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim!” der. Bunun üzerine büyücüler: “Biz de şüphe yok ki Rabbimize döneceğiz, sen bizden Rabbimize iman etmemizden başka bir nedenle intikam almıyorsun. Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.” der.
Bu hadisede özellikle dikkat edilecek birkaç şey vardır. Büyücülerin dakikalar içinde tereddütsüz imana gelmesi nasıl mümkün oluyordu? Aynı mucizeyi Firavun ve kavminin önde gelenleri de görmüştü ama bu onların sadece öfkelerini arttırmıştı. Bunun nedeni neydi? Ankebut Suresi’nin 43. ayetinde şöyle denir: “İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası buna akıl erdiremez” Bu mucizenin bir sihir olmadığını büyücülerden daha iyi kimse bilemezdi, büyücüler orada bir mucizeye şahit olduklarını biliyorlardı ve bu bilgileri onların kendilerini kandırmalarına ve iman etmemelerine bir engeldi, çünkü bu bir sihir olamazdı bu ancak insanüstü, kudret sahibi bir Rabbin gücüydü. Firavun’un inanmamasında ise hem cahilliği hem de büyüklenmesi etkili oldu.
Bir diğer önemli nokta ise Firavun’un, Büruc Suresi’nde belirtilen, Allah’ın lanetlediği Ashabı Uhdud gibi davranarak Allah’a iman etmelerini sebep gösterip büyücüleri ölümle tehdit etmesiydi. Kendilerini işkence ve ölümle tehdit eden Firavun’a karşılık büyücüler: “Biz de Rabbimize döneceğiz. Allah’ım bize sabır ver çünkü öleceksek Müslüman olarak ölmek istiyoruz” derler. O ne müthiş bir imandır ki en ağır korkular karşısında taviz vermezler, ölümü göze alarak imanlarına sarılırlar. Çünkü biliyorlar ki Allah, kendisinden korkulmaya Firavun’dan veya ölümden daha layıktır, öyleyse O’na imanda Firavun için bir taviz verilemez. Oysa günümüzde, en ufak bir zorlamayla bile dinimizi hiçe sayıyor, taviz üstüne taviz veriyoruz. Dinimizden yırtıp dünyamıza yama yapıyoruz. Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür. (Âmin)